Uygur Türkçesi ve Özellikleri

Uygur Türkçesi, Türk boylarının ve bu boylardan biri olan Uygurların 7.,8. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar kullandıkları, Güney-Doğu Türkçesinin doğu sahası içinde yer alan ağızlar topluluğu ve bu alanda gelişmiş yazı dilidir. Genel olarak dil tarihi ve dil araştırmalarında bu dönem Eski Türkçe içerisinde değerlendirilir.

Eski Türkçenin gramerini yazmış olan A. von Gabain Uygur metinlerini y ve n ağzı olmak üzere iki ana ağız grubuna ayırır. Köktürkçedeki ny sesini n’ ye çeviren metinler n ağzını, y’e çeviren metinler y ağzını oluştururlar. Mani metinleriyle Köktürk harfli yazmalar çoğunlukla n ağzını, Burkan metinleri ise y ağzını temsil ederler. Ancak aynı metinde bazen hem n’li hem y’li örnekler birlikte bulunabilmektedir. Örneğin “Edgü Ögli Tigin ile Ayıg Ögli Tigin” hikâyesinin Tun-huang yazmasında küçültme ekinin hem +kıya, hem +kına biçimi mevcuttur.

Hristiyan yazmalarının dilini de ayrı bir ağız olarak değerlendiren Gabain, bu ağzın en önemli özelliğinin yüklemin sonda bulunmayışı oldu­ğunu belirtir. Hristiyan metinleri ağzının ikinci bir özelliği de er- ve bol- yanında tur- yardımcı fiilinin de kullanılmış olmasıdır.

Köktürkçe ile Uygurcanın ses ve biçim özellikleri büyük ölçüde benzemektedir. Eski Uygur Türkçesi metinleri çoğunlukla y ağzıyla yazılmıştır, n ağzı Köktürkçeye daha yakın olmakla birlikte y ağzı da Köktürkçeden çok uzak değildir. Eski Uygur Türkçesi dönemi, yazı dili olarak Köktürkçeye dayanan, onun devamı niteliğinde olan bir dönemdir. Sonuç olarak Köktürkçe ile Uygurca aynı yazı dilinin iki koludur. Eski Uygurcada görülen az sayıdaki ses ve biçim farklılıklarından bir kısmı ağız, bir kısmı da zaman farkından kaynaklanmaktadır. Köktürkçe ile Uygurca arasındaki en önemli farklar söz var­lığında ortaya çıkar. Köktürkçenin söz varlığında Türkçe kökenli kelimeler hâkimdir; Çince veya Soğdakçadan girmiş olan alıntı kelimeler çok azdır. Ayrıca Köktürk Türkçesinde bozkır yaşayışı, savaşçılık ve devlet düzeniyle ilgili kelimeler ağırlıktadır. Uygur metinlerinde ise Maniheizm ve Burkancılıkla ilgili kelimeler hâkimdir. Bunlar da Sanskritçe, Çince, Soğdakça, Toharca, Pehlevice, Süryanice, Tibetçe gibi dillerden alın­mıştır. Bu dillerden alınan kelimelere genellikle Türkçe karşılıklar bulunmakla birlikte söz varlığı bu alıntı kelimelerden etkilenmiştir. Temel söz varlığı ise her iki dönem metinlerinde aynıdır.

Köktürkçe ile Uygurca arasında sesler ve bu seslerin konumu; yani kelimenin ba­şında, içinde ve sonunda bulunuş durumları, iki ses dışında tamamen aynıdır. Farklı sesler n ve b ile ilgilidir. Bunlar dışında bir de ek­lerde bulunan veya yardımcı ses olarak kullanılan I ünlüsünün genişlemesi olayı vardır. Bunu da Uygurcaya özgü ses özellikleri arasında sayabiliriz. Böylece Uygurcanın Köktürkçeden farklı olan ses özelliklerini aşağıdaki şekilde tespit etmek mümkündür.

Köktürkçe ile Uygurca arasındaki ses ve biçim farklılıklarının bir kısmı iki bölgede de görülen, ancak kullanım alanlarında farklılıklar bulunan unsurlardan kaynaklanmaktadır. Örneğin yükleme hâli eki iki bölgede üç türlüdür; fakat Uygurcada kullanım düzeninde bir farklılık oluşmuştur. Bazı fark­lılıklar da Uygurcanın bütün yazılı metinlerini kapsamayıp; belirli bir kısmını içine almaktadır. Uygurcayı Köktürkçeden ayıracak belli başlı ses özellikleri şunlardır:

1) /n/ sesinin /n/ veya /y/ olması,
2) /b/ sesinin /w/ olması,
3) -lAr çokluk ekinin yaygınlaşması,
4) Ünsüzle biten kelimelerde de ilgi hâli ekinin -nlŋ biçiminde olması,
5) Çıkma hâli eki olarak -Dın’ın görülmesi,
6) Gelecek zamanda -DAçI yerine -gAy kullanılması,
7) -sAr ekinin şahıslara bağlanmasıyla şart kipinin oluşması.

Bu özellikler Uygurcadan sonraki dö­nemlerde de büyük ölçüde görülecektir.

Daha Şehirli Bir Dil

Uygurlar devirlerinin komşu devletlerini imrendirecek kadar gelişmiş yapılı hukuki bir devlet yaratmışlardır.  Bu aynı zamanda yerleşik hayat için Türkün bir uygarlık hamlesi olarak görülmelidir.

Köktürkler döneminde göçebe bir hayat tarzı içerisinde yaşayan, Gök Tanrıya inanan ve Köktürk harfli Köktürk Türkçesini konuşan Türkler, Uygur dönemine gelindiğinde pek çok bakımdan değişikliklerle karşılaşmışlardır. Özellikle ticaret ve din bu değişikliklerin temelini oluşturmuştur. 762 yılında Bögü Kağan’ın Maniheizm dinine mensup olmasının ardından halk da bu dini benimsemiş, bu dinin benimsenmesi için Mani dinine ait bir takım edebi eserler Uygur Türkçesi’ne çevrilmiştir. Ardından Uygurlar arasında Budizm yaygınlaşmaya başlamış, bu defa Budist dini anlayabilmek, kavrayabilmek ve halk arasında da taraftarlarını artırabilmek amacıyla geniş kapsamlı bir Budist eser çevirisi başlamıştır. Bütün bu çeviri edebiyat esnasında da hem dil hem kültür belli derecede bu yeni kavram ve unsurlardan etkilenmiştir.

İşte Uygurların yeni dinî çevreleri üzerine dinî inanç sistemi ve dil böyle etki altında kalırken, göçebe olarak yaşayan Türkler bir yandan da yavaş yavaş şehir hayatına geçiş sürecine girmişlerdir. Sogdlu tüccarların Çin’de ve Çin’e giden ticaret yolu üzerinde ticaret kolonileri kurmaları Uygur Türkleri için farklı tecrübelere kapı açmıştır. Köktürk İmparatorluğu boyunca Uygurlar hayvan besleme ve hayvansal üretimle ilgilenmişlerdi. Ancak Uygurların hayvancılık ve kürk ticaretiyle ilgilenmelerinin yanısıra, Çin kaynalarında da bahsedilen bir başka geçim kaynakları pamuk yetiştiriciliğidir. Dolayısıyla göçebe hayatın öncelikli olduğu zamanlarda bile Uygurlar yerleşik hayatın içindeydiler. Uygurların başkenti Ordubalık/Karabalgasun kaynaklarda büyük şehir, tarımda zengin olan şehir olarak geçmektedir. Uygur devleti içerisinde kağanlar kendileri göçebe veya yarı göçebe hayatlarını devam ettirirken bir yandan da kentsel kültür ve üretimden yararlanmak istemişlerdir. Dolayısıyla şehirlere ve şehirlerdeki hayata önem verip teşvik etmişlerdir.

İşte bütün bu şartlar altında Türk dili, Uygur döneminde artık bozkırdan kentlere inmiş burada yerleşik kültür dilleri ile boy ölçüşmeye başlamıştır. Göçebe kültür içerisinde belirli eserler dışında, ki bunlar da genellikle tarihî eserler niteliğinde ele alınabilir, gelişimini  gerçekleştiremeyen Türk dili, Uygurlar döneminde yerleşik kültürün dolayısıyla şehirleşmenin artmasıyla birlikte daha düzenli ve tertipli bir edebiyata sahip olmaya başlamışlardır. Şehirleşme ve tarım toplumu, milletleri göçebe kültürün hareketliliğinden uzaklaştıracağı için biraz daha edebiyata ve edebî faaliyetlere yaklaştıracaktır. Uygurlarda da durum böyle olmuştur. Her ne kadar ilk edebî eserlere çeviri edebiyatı çerçevesinde verilmiş olsa da Uygurlar döneminde edebiyat canlanmış, edebî ürünler artmıştır.

Medenî hayat karşısında kendilerini yenileyip geliştiren Uygurların bu şehirleşme süreci ile bilirlikte dilleri de daha şehirli bir dil haline gelmiştir. Dil, din, kültür ve iktisadi durumdan ilk etkilenecek ögelerden biridir. Nitekim Uygurlarda da böyle olmuş dil, yeni girilen dinî çevrelerin etkisiyle yeni kelime ve kavramları hemen kazanmış, ayrıca iktisadî ve kültürel bakımdan da etkilenen dil kendisini yenilemiş ve gelişmiştir.

Dilin Gelişmesi 

745 yılında Göktürk devletinin çöküşü ile kurulan Uygur Kağanlığı 840 tarihine kadar devam etmiştir. Orta Asya Türk dil ve kültürünün gelişip yayılmasında Uygurların etkileri büyük olmuştur.

Uygurların 7.- 8. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar kullanmış oldukları yazı dili, dil tarihi içerisinde dil araştırmacıları tarafından Eski Türkçe içinde ele alınıp incelenir. Bu dönemde vokal uyumu Türkçenin diğer dönemlerine göre tamdır denilebilir. Kelime hazinesi bakımından ise kullanılan söz varlığı bütün Türk boylarının ortak söz varlığıdır. Ancak bununla birlikte yeni dinler çerçevesinde yeni kelimeler ödünçlenmiştir.

Özellikle 8. yüzyıldan itibaren yeni kurulan Uygur devleti ve yeni girilen dinî çevreler nedeniyle Uygur Türkçesinde bazı gelişme ve değişmeler olmaya başlamıştır. Maniheizm, Budizm gibi yeni kabul edilen dinlerin etkisiyle hem edebiyat hem de dil farklı çizgiler arzetmiş, farklı bir yönde ilerlemiştir. Bu dönemde Maniheizm ve Budizm dairesi içerisine giren Uygurların edebiyat ve dillerinde yoğun çeviri faaliyetleri başlar. Çeviri faaliyetleri temelde dinî metinlerden yapılmıştır. Yeni girilen dinleri tanımak ve tanıtmak adına çeviri faaliyetleri elbette normaldir. Ancak bu çevirileri yapan edipler çevirdikleri eserlerle sınırlı kalmayıp çevirilerine kendilerinden de birşeyler katmışlardır. Yani Uygur dönemi çevirileri daha çok bir adaptasyon niteliğindedir.

Hem çeviri eserler hem de yeni kabul edilen dinin dairesine girişle birlikte Uygurcanın söz varlığı genişlemeye başlar. Uygurlar Sanskritçe, Çince, Soğdakça, Toharca, Pehlevice, Süryanice, Tibetçe gibi dillerden fazlaca kelime almışlardır. Diğer yandan Türkçe eklerle yeni kelime ve terimler türetme yoluna gidildiği için Türk dilinin morfolojik yapısı işleklik kazanır. Uygurların girdiği Manihist ve Budist çevreler tercüme faaliyetleri ile dili bu şekilde etkilerken bir yandan da şehirleşme sürecinin verdiği bir takım sonuçlar da dili etkilemiş, dile hukuk ve resmi dilde kullanılan birçok yeni kelime girmiştir. Dil, göçebe hayat tarzından çıkıp, yeni yeni tanıdığı bu çevre ve dilde, yerleşik kültür dillerinin ulaştığı semantik kavramlar dünyasını kendi kalıpları içinde karşılama isteği ve gayretine girmeye başlamıştır. Böylece bozkırdaki durgun mağrur Köktürkçe yerini hareketli, canlı, büyüyen ve gelişen Eski Uygurcaya bırakmıştır.

Dini Duyarlılığı İfade İmkanı 

Türkistan için karakteristik olan bir şey varsa o da muhtelif dinlerin birbirlerine karşı gösterdikleri büyük hoşgörü sayesinde yanyana yaşamış olmalarıdır. Arap istilasından önce Maveraünnehir’de Türkler için yabancı sayılan üç muhtelif dinin bir arada yaşaması bu gerçeğin açık bir delilidir. İran’da Samaniler devletinin takibine uğrayıp sonraları Maveraünnehir’e geçen Mazdeizm, milattan önce I. yüzyılda buralara girip hızla gelişen Budizmle beraber III. yüzyılın ortasında Mezopotamya’da eski Maniheizm tam bir ahenk içinde yanyana yaşamakta idiler.

Sasaniler zamanında resmen kabul edilen Maniheizm büyük bir hızla yayılmıştır. Ancak 8.-10. yüzyılda Türkler arasında tamamen yayılma gösterememiştir. Eski Şamanizm daima kendisini hissettirmiştir. Yine de Uygurlar Bögü Kağan’ın 762’de bu dine mensup olmasından sonra Manihezim’e daha da yaklaşmışlardır.

Bu dinler dışında Hristiyanlık da Uygurlar arasında az da olsa bir gelişme sahası bulmuştur. Ancak bu dinle ilgili metinler son derece azdır. Hristiyanlığın Nesturi koluna ait bazı Uygurca metin örneklerine Turfan bölgesinin kuzeyindeki Bulayık’da rastlanmaktadır.

Uygurlar bu şekilde birkaç din dairesine mensup olarak yaşamışlar, bu da onların hem hayat tarzlarına hem de kültür ve dillerine etkilerde bulunmuştur. Mensup oldukları dine göre hayat tarzlarını düzenleyen Uygurlar bu dinleri anlayabilmek ve anlatabilmek için geniş kapsamlı bir çeviri  edebiyatına girişmişlerdir. Maniheizm ve Budizm ile ilgili belli başlı kaynaklar bu dillerden çevrilmeye başlanmıştır. Bu çeviriler yapılırken sadece metne bağlı kalınmamış, Uygur yazar ve şairleri çevirdikleri eserlerin kimi unsurlarını çıkarırken, kimi kısımlarda da eklemeler yapmışlardır. Böylece çeviriden çok adaptasyon diyebileceğimiz eserler ortaya çıkmıştır.

Dinî içerik taşıyan bütün bu eserlerde hem yazanın hem de okuyanın dinî duyguları en yüksek derecede ifadesini bulmuştur. O dönemden kalma pek çok Uygur elyazmasında ve duvar resimlerinde de göründüğü gibi tapınakların etrafında bulunan toplanma yerlerinde yapılan Budist festivallerde, vaazlarda,  Budist içerikli dramalar ve hikâyeler anlatılmaktadır. Budist edebiyatta bu şekildeki drama metinleri dikkati çekmektedir. Bunun yanı sıra, Uygur soyluları ve sıradan insanlar Budist inanışlarına göre hayırseverik ve dindarlığın gereklerini yerine getirmek üzere Budist tapınaklar, heykeller, freskler, sutra kopyaları yapmak, yaptırmak için oldukça fazla emek ve güç harcamışlardır. Bütün bu eserler, hem Uygurların kültür ve sanatta ne kadar ileriye gittiklerini hem de dinî duygularını edebiyat kültür ve sanatta ne şekilde aksettirdiklerini göstermektedir.